Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) Yürütme Komitesi Üyesi ve Maoist Komünist Parti (MKP) üyesi Cafer Baran, HBDH- Basın Birimi’nden Ethem Karker’in sorularını yanıtladı.
ANF’ de yayımlanan röportajı haber değeri taşıdığından dolayı sizinle paylaşıyoruz.
Yerel seçimleri nasıl yorumluyorsunuz; AKP-MHP iktidarı ve demokrasi güçleri açısından değerlendirildiğinde hangi sonuçlar elde edildi?
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da 31 Mart’ta gerçekleştirilen yerel seçimler, öncesi – seçim anı – sonraki süreçleriyle çeşitli özgünlükler içerisinde geçti. Bu seçimlerle AKP-MHP faşizmi ciddi bir yara aldı ve geriletildi. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Amed, Van, Antalya gibi büyük şehirlerde seçimi kaybetmesi, Erdoğan-Bahçeli faşistini adeta çıldırtıyor. Halklarımıza ve tüm anti faşist güçlere de moral veriyor. AKP-MHP faşizminin devletin tüm kurumlarını da arkasına alarak topyekun anti demokratik baskıcı politikalarına rağmen halkımız buna boyun eğmeyerek önemli bir irade ortaya koydu. Faşizme karşı bu duruş, önemli bir avantaj ve birleşik devrim hareketimizin stratejik moral kazanımıdır. Şimdi Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi ve emekçiler başta olmak üzere Kürt ulusu, ezilen milliyetler ve inançların anti faşist direniş ve mücadelesiyle faşizmi, daha çok çıldırtarak sarsıntısını büyütmek ve devirme göreviyle karşı karşıyayız.
Seçimle elde edilmiş olan kazanım ve başarı, kendiliğinden olmadı. Halkın, dağda ve şehirlerde direnen birleşik devrim savaşçılarının, gençliğin, kadınların ve emekçilerin direnişi sayesinde oldu.
Son ana kadar büyük bir demagojiyle tek argüman haline getirdikleri ‘beka sorunu’nun, seçimle birlikte ne kadar boş ve yalan olduğu da anlaşıldı. Belli ki; AKP-MHP faşizminin sadece kendi bekası için özel savaşın psikolojik algı operasyonları, trol medya üzerinden büyük bir kirli kampanya ile tam tekmil devredeydi. Bütün bunlara rağmen halkımızın seçimde verdiği irade beyanıyla istediği sonucu ve başarıyı elde edemeyen AKP-MHP faşizminin önemli bir yenilgi aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
AKP-MHP’nin, şekere bulanmış mermisiyle yürüttüğü tekçi faşist politikaları seçimde tutmadı. Dikiş tutmadığı gibi çorap söküğü gibi gerileme trendiyle düşüşe geçti. 7 Haziran genel seçimlerindeki akıbetini anti demokratik ve darbeci politikalarla sürdürmesine karşın halkımız, 31 Mart yerel seçimlerinde faturasını kesti. Gelinen aşamada faşist ‘Cumhur İttifakı’nın da çare olamayacağı daha iyi anlaşıldı.
Sonuçta Türkiye metropollerinde CHP’li adaylar seçildi, bu anlamda devrim mücadelesi açısından sonuçlar abartılmıyor mu?
CHP’nin büyük şehirlerdeki seçimi kazanması, tabi ki bizlerin, bu düzen partisine yönelik hayırhah bir tutum içerisinde olduğumuz şeklinde anlaşılmamalıdır. Yerel seçimler ile birleşik bir devrim ya da herhangi bir devrim gibi bir algıya kapılmanın yanlışlığının da aynı şekilde bilinmesi gerekiyor. Seçimle devrim yapılmaz, faşizm seçimle yıkılmaz. Hepimiz bunun bilincinde olmalıyız. Halkımızın birleşik örgütlü devrimci savaşıyla faşizmi yıkma bilinci ve perspektifimizdeki berraklık, her gelişen ve geçen süreçle daha iyi ve doğru açığa çıkmaktadır.
Elbette bu Batı’daki potansiyeli göz ardı etmek anlamına gelmiyor, değil mi?
Elbette. Seçim sonuçları ortaya çıkarmıştır ki; Batı’da sosyalist, devrimci demokratik güçler önemli bir politik ve toplumsal güçtür. Kürt halkı da Batı’da oldukça dinamik ve bilinçli bir politik hat izliyor. Öyle ki bu potansiyel, iktidarın varlığını tehlikeye sokacak düzeye geldi. AKP-MHP faşizmi, 7 Haziran, 1 Kasım, 24 Haziran ve 31 Mart seçimleri ile devrimci, demokratik, yurtsever potansiyeli, tüm baskı, tutuklama ve saldırılarına rağmen geriletemedi. Türkiye cephesinde bu anlamda, faşizme karşı mücadelede azımsanmayacak nitelikte bir demokratik halk muhalefeti açığa çıkıp kökleşti. Hem faşist iktidar güçleri hem şovenist çevreler hem de bu iktidara karşı olan farklı kesimler bahsettiğimiz devrimci, demokratik, yurtsever halk kesimlerini hesaplamadan ne başarılı olur ne de sonuç alırlar. Batı’daki bu gelişme, haklarımız için önemli bir başarıdır.
Yerel seçimlere ilişkin demokratik devrimci bileşenlerin, CHP ve ittifaklara yaklaşımında bazı anlayış farklılıkları da yok muydu?
Doğrudur, bazı anlayış farklılıkları da oldu. HBDH bileşenleri içerisinde de aynı durum vardı. Bunun demokratik temellerde devrimci birliklerin önünde bir engel oluşturmadığını da vurgulamakta fayda var. Farklılıklara rağmen ortak ve birlik yanlarımızın daha fazla olduğu gerçekliğini asla göz ardı edemeyiz.
Dersim örneği barizdir…
Seçimlerle bir kere daha açığa çıkmıştır ki; Dersim gibi yerlerde bileşenlerimizin, birleşik devrim hareketimizin ruhuna uygun daha güçlü bir ittifak yaratılabilseydi il ve ilçelerde çok daha başarılı sonuçlar alınabilirdi. Bundan sonraki süreçlerde, yanlışlık ve eksikliklerimizden yeterli dersleri çıkararak, birleşik devrim hareketimizin daha güçlü kılınması gerektiğini söyleyebiliriz. Dersim başta olmak üzere her yerde demokrasi güçleri, önümüzdeki dönemde faşizme karşı ortak mücadele ve çalışma içinde olmalıdır. Aksi bir durumda, parçalı, birbirinden kopuk ve dağınık olunursa bu ancak faşizme yarayacaktır. Herkesin bu bilinçle yaklaşması gerekir. Ayrılıkları ve farklılıkları değil, ortak yanları ön plana çıkarmak, birlik olmak gerekir.
‘Faşizmi yıkalım, tecridi kıralım’ hamlesinin ulaştığı düzeyi nasıl görüyorsunuz, süresiz-dönüşümsüz açlık grevinde olan direnişçilerin başarıya ulaşması için bundan sonra neler yapılmalı?
Hamle, 31 Mart yerel seçimleri öncesinde ve onu da aşan genel bir yönelimimiz olarak anlaşılmalı. TC devletinin kuruluşundan bugüne faşist karakteri, epeydir AKP ve akabinde ona eklemlenen MHP eliyle kitlelere zulüm ve sömürü politikalarını azgınca sürdürüyor. Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının tümüne yönelik tecridini de böyle anlamak zorundayız. Tekçi AKP-MHP faşizmini, faşist devletiyle birlikte yıkmak için birleşik devrim hareketimizin kuruluştaki özüne/ruhuna uygun düzeyde tam bir seferberlikle eylemsel hale gelmek zorundayız. 24 saat devrimci yaşam ve mücadelede ısrar pratiğiyle düşmanın üzerine yürümeliyiz. Kararlı, militan, iradeli, disiplinli ve daha savaşkan hale geldiğimiz oranında sarsılan faşizmi, kökleriyle birlikte yıkarak, tecridi kıracağız. Bunun için, sürekli olarak kendimizi yeniden yapılandırmak zorunda olduğumuzu, bir an dahi aksatmadan örgütlenme ve mücadele kararlılığıyla hareket etmeliyiz. Klasik, eskiyen, alışkanlık haline getirilen yanlarımızı artık bir kenara bırakıp, içerisinden geçtiğimiz baharla birlikte askeri ve siyasi görevlerimize dört elle sarılmalıyız. Dünya genelinde de bir sıkışmışlık halinde olan parçalı, dağınık, tutucu ve geleneksel anlayış, alışkanlık ve değer yargılarından kopup, yeni dönemin ısrarlı ve kararlı, birleşik örgütlü direniş gücü ve mücadele perspektifiyle görevlerimizi kuşanmalıyız.
Yaşanan kendiliğindenci ve pasif sürece karşı Leyla Güven yoldaş önderliğinde içeride ve dışarıda başlatılan direnişle müdahale edildi. Hala da büyüyerek sürüyor. Özellikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan özgülünde olmak üzere yurtsever, devrimci, sosyalistlere yönelik zindanlardaki tecrit çok daha öne çıkmaktadır. Yoksa ülkemizin tamamına yönelik tecrit, inkar, imha, soykırım ve tasfiye operasyonlarının kapsamlı, sistematik ve stratejik düzeyde gerçekleştirildiğini de vurgulamak isteriz. İşte bütün bunlara karşı Leyla Güven önderliğinde ifadesini bulan direnişin, genel karamsarlık ve kendiliğindenci gidişata da süresiz-dönüşümsüz açlık grevleriyle ciddi ve etkili politik tavır geliştirdiğini belirtmeliyiz.
Leyla Güven yoldaşın, 8 Mart ve Newroz direnişiyle de öne çıkan kadın direnişi ve mücadeledeki başkaldırısının önemli ve öncü bir yerde durduğunu vurgulamadan geçemeyiz. İşçi, emekçi, Kürt, Alevi ve diğer tüm ezilen kadınların faşizme karşı öncüleşme ve önderleşme ihtiyacı ve perspektifiyle pratikleşme gerçekliğini de süreç göstermiş, göstermeye de devam etmektedir. Direnişin, tasfiyeci süreci tersine çevirme babında, oldukça önemli ve güçlü etkileri oldu. Faşizme karşı direnişin ayırıcı ve saflaştırıcı özelliğiyle de sürece dönük yansımalarını, pratik gelişmelerle görüyor ve yaşıyoruz. Şimdiye kadar direniş içerisinde bedenlerini ateşe vererek ölümsüzleşen yoldaşları da saygıyla anarken, faşizme karşı birleşik devrimci savaşımızın kanlarıyla bileyicileri oldukları gerçekliğini de görmek zorundayız. Evet direniş 170. günlere evrilmiş durumdadır. En az onun kadar yaşamı severek ölümü kucaklayan canlarımızın, bizlere bıraktıkları demokratik ve özgürlük yaşam sevdasına ulaşmak için şimdi çok daha acil ve pratik görevlerimiz vardır. Başta birleşik direniş hareketimiz olmak üzere Türkiye-Kuzey Kürdistan, Avrupa ve dünyanın çeşitli coğrafyalarında anti-faşist tüm ilerici, demokratik, devrimci güçlerin ve halkımızın, her alanda “Hepimiz Leylayız’’ şiarıyla direniş ve mücadeleyi yükselterek kazanması, şimdiki sürecin insani ve devrimci bir görevidir. Küçük büyük, az çok demeden her alanda böyle bir görev bilinciyle her bir örgütlenme ve mücadelemizi, faşizme karşı kanalize edip kilitlendiğimiz düzeyde, direnişi zafere taşıyacağımız, tartışmasız doğrumuzdur. Yeter ki kendi öz, örgütlü gücümüze güvenelim. Yeter ki halkımıza güvenelim. Yeter ki birleşik örgütlü mücadele ve savaşımıza güvenerek ayağa kalkalım ve düşmana karşı direnişimizi nitelikli pratikleştirebilelim.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da faşizme karşı birleşik bir mücadelenin geliştirilmesi için kadınların, gençlerin ve emekçilerin rolü nedir, ne yapmalıdır?
Türkiye-Kuzey Kürdistan’da devletin faşist karakterine ve saldırganlığına vurgu yapmıştık. AKP-MHP’de ifadesini bulan şimdiki faşist egemenlik odağına karşı mücadelenin, aynı zamanda faşist devlete karşı da olduğu yeterince bellidir. O faşist devlet ve klikleridir ki yaklaşık yüzyılı geçen gerçekliğiyle esasta sürekli iki büyük siyasi kampa ayrılmıştır. Öyle ki kendi içerisinde bile acımasız ve bir o kadar vahşiliğiyle, amacı halklara korku salmak olmuştur. Bu iki büyük siyasi klikten hangisi hükümete ve iktidara geldiyse tekçi faşist karakteri gereği devletçi ve aşırı merkeziyetçidir. Muhalefete düşen faşist klik ise “hür teşebbüsçü” ve “özgürlükçü’’ kesildi. Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki halklarımızın böylesi egemenlik odağı klik çelişkileri ve çatışmalarından elbette taktiksel ve politik olarak yararlanmamız gerekir. Ancak her iki faşist bloka karşı da oldukça uyanık olmalıyız. Yaratılan yanılsamalara ve manipülasyonlara karşı dikkatli olmak zorundayız. ‘Yetmez ama evet’çi anlayış ve çizgi pratiklerinin akıbetini hepimiz gördük. Tasfiyeci faşist karakterleriyle örülü, resmi tek devlet, millet, dil, bayrak, tarih, düşünce tekeli ve imtiyazına karşı; çoğulcu, demokratik ve özgürlükçü bir yaşam ve sistem için mücadele etmeliyiz. Bu temelde bir yandan AKP-MHP faşizmine karşı okun sivri ucunu yöneltirken, diğer yandan CHP-İyi Parti ittifakına karşı da uyanık olmalı ve mücadeleyi elden bırakmamalıyız. Ve kesinlikle başka bir yaşam ve toplum mümkündür şiarıyla halkımızın gerçek niteliği ve rengini verdiği demokratik özgürlükçü sistem ve yaşam alternatifiyle birleşik devrimci savaş bayrağını yükseltmekteyiz.
Diğer yandan Türkiye-Kuzey Kürdistan’da erkek egemenlikçi devletin hali hazırda AKP-MHP eliyle faşist niteliği, hemen her gün birden fazla kadına yönelik şiddet ve cinayetlerini yaşıyoruz. Karadeniz’de Rabia Naz’ın katledilmesini de bu düzlemde görmeli ve kavramalıyız. Yine toplumun önemli bir bileşkesi gençlerin yaşamı ve geleceğinin karartılması gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Aynı şekilde işçi ve emekçilere dayatılan zulüm ve sömürü politikaları, faşist devletin ciddi kıskacı altında olunduğunu göstermektedir. Karşı-devrimci kıyım politikaları hem özel hem de genel mahiyette kadın, gençlik, işçi ve emekçilere de yöneliktir.
Bu temelde faşizme karşı bu kesimlerin yani çoğunluğun direniş ve mücadelesi de belirleyicidir. Tabi ki örgütlü ve ufku faşizmi yıkacak düzeyde mücadelede ısrar ve kararlılık perspektifiyle ancak bu mümkün olabilecektir. Yoksa faşizmin kendiliğinden yıkılacağını düşünmek, en basit deyimle saflık olurdu. Yine bir faşist kliğin, başka bir faşist klikle alaşağı edilmesiyle de bütün kurum-kuruluşlarıyla faşist devletin ve sisteminin yıkılacağı anlayışı ve çizgisi, ham hayal pembe bir rüyadan ibarettir. Öyleyse Türkiye-Kuzey Kürdistan’da kadınlar, gençler, işçi ve emekçilerin kendi öz gücü/iradeleriyle örgütlü yaşamı, direnişi ve mücadeleyi bizzat kendi ellerine alarak faşizmi yıkabileceği yeterince anlaşılır bir durumdur. Hatta bu da yetmez, her birinin son derece demokratik ve özgür iradelerinin birliğiyle örgütlenme, mücadele ve savaş da gereklidir. Bilinmeli ki faşist devlet, sadece acı kuvvetle yönetmemekte ve iktidarını korumamaktadır. Aynı zamanda böl-parçala-yönet politikasıyla da iktidarını sürdürmekte kararlıdır. Geleneklerin ölü ağırlığıyla da yönetmektedir. O halde daha fazla bölünmeyip, birleşeceğiz. Daha çok parçalanmayıp, bütünleşeceğiz. İçerisinden geçtiğimiz sürece uygun devrimci tarzımızı geliştirme pratikleriyle, sürece yeterince yanıt olabileceğiz. Birleşik devrimci hareketimizin örgütlü savaşkan öncü ve önder güçleri olarak faşizmi yıkacağız. Bu bilinçten hareketle kadınlar, gençler, işçi ve emekçilerin hem kendi içinde hem de diğer bütün halk kesimleriyle demokratik ve özgür iradeler birliği temelinde örgütlenerek birleşik mücadeleyi derinleştirmesi gerekiyor. Anti faşist cephemizin değişik alanlarında ve savaş siperlerinde yerlerini almalıdırlar. Nerede olursak olalım, tıpkı Gezi-Haziran ayaklanması, 6-8 Ekim serhildanında olduğu gibi bir kıvılcım, faşizme karşı birçok alanı tutuşturarak şok dalgaları halinde, kar topunun çığ gibi büyüyen hışmıyla faşizmi kesinlikle alt edebilir. O halde daha fazla gecikmeden, şimdi gemileri yakmanın zamanıdır. Daha çok oyalanmadan ve sürece yaymadan hemen şimdi, faşizme karşı azami düzeyde örgütlenme, alanlara çıkma, direnme ve mücadeleyi yükseltmenin zamanıdır. Faşist diktatörlüğe karşı, halkın muhalefetini Demirci Kawa’nın gürzü gibi düşmanın üstüne indirmenin vaktidir.
Yaklaşan 1 Mayıs’ı, işçi ve emekçiler nasıl karşılamalıdır?
Sayılı günleri olan ve tüm tarihselliğiyle birlik, dayanışma, mücadele ve zafere kilitlenen politik niteliğiyle başta Türkiye-Kuzey Kürdistan işçi ve emekçileri olmak üzere halkımızın 1 Mayıs’ını kutluyorum. 8 Mart ve Newroz’un sıcaklığıyla Demirci Kawa’dan alınan isyan ateşinin daha da harlanarak, faşizme karşı devrimci 1 Mayıs’ımızın, birleşik devrimci hareketimize ve savaşımızın yükseltilmesi bilinciyle hareket edileceğine inanıyorum.
Taksim başta olmak üzere İstanbul’un hemen bir çok alanında ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın her bir şehir ve en ücra köşelerine kadar devrimci 1 Mayıs ile sürekliliği sağlanan bir mücadeleyle süreci karşılayacağımızı söyleyebiliriz. AKP-MHP faşizminin pervasız saldırıları karşısında, işçi ve emekçilerin son derece haklı, meşru, demokratik ve devrimci direnişinin, örgütlü birleşik gücüyle sürecin ihtiyaçlarına uygun bir mücadele düzeyine çıkarılması gerekiyor. Üreten işçi ve emekçilerin, işbirlikçi sendika ağaları ve devletin faşist kurumlarına karşı ‘’Üreten biziz, yöneten de biz olacağız’’ haykırışıyla alanlara çıkarak dalga dalga direniş ve mücadelesini yükseltmenin nesnel koşulları son derece uygundur. Bununla birlikte erkek egemenlikçi faşist sistemin işçi kıyımları olmak üzere KHK’lar, kayyumlar, kadın cinayetleri, yiğit gençliğe yönelik anti demokratik baskı politikaları, Kürt ulusu ve diğer milliyetlere karşı uygulanan siyasi inkar ve soykırım operasyonları, zindanlardaki faşist tecride, Alevi vb. inançlara yönelik tasfiyeci anlayış ve çizgilere, ilerici-demokrat ve devrimci aydınların düşüncesine vurulan prangalara karşı direnişimizi birleştirerek daha da örgütlü bir güç haline gelebilmeliyiz. Faşist Türk devletinin bütün parçalayıcı ve tasfiyeci karşı-devrimci politikalarına karşı, işçi ve emekçiler olmak üzere Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının “İnadına birlik’’, “inadına mücadele’’ şiarıyla 1 Mayıs’ta meydanları ve direniş mevzilerini doldurması gerekmektedir. Yaklaşan 1 Mayıs’ı da böyle bir bilinç ve perspektifle karşılayarak pratik görevlerimizi yerine getirmek durumundayız. AKP-MHP faşizminin ekonomik politik kıyım ve tasfiye politikalarına karşı ‘faşizmi yıkalım, tecridi kıralım’ hamlesini, devrimci 1 Mayıs’ın daha da ileri düzeydeki birlik-direniş ve mücadelesiyle açılan bayrağı yükseklere çekelim. Kahraman işçi ve emekçilerin, tıpkı önceki süreçlerde olduğu gibi devrimci 1 Mayıs’ın özü ve ruhuna uygun birleşik örgütlü direniş ve mücadelemizle mutlaka ama mutlaka faşizmi yıkacağımıza olan inancımızla başaracağımızı bir kere daha vurgulamak isterim.
2019 baharına girmiş bulunuyoruz ve faşizme karşı, tam bir seferberlik ruhuyla hareket etmeliyiz. Böyle bir görev bilinci ve pratikleşmeyle, sarsılan AKP-MHP faşizminin çatlağını büyütebilir ve devletiyle birlikte yıkabiliriz. Birleşik devrimci hareketimizin ve halklarımızın, nitelikli askeri ve siyasi eylemsel gücünü daha fazla açığa çıkararak, zaferi ellerimize alacağız. Bu bilinç ve perspektiften hareketle, içerisinden geçtiğimiz güncel siyasal gelişmelere ilişkin görüşlerimizi ve politik tavırlarımızı ortaya koymaya devam edeceğiz.
Türkiyeli ve Kürdistanlı gençliğe faşizme karşı mücadelede önemli görevler düşmektedir. Dönem, gençliğin tam bir seferberlik halinde eyleme ve örgütlenmeye geçmesini zorunlu kılmaktadır. Devrimci-demokratik-yurtsever gençlik her şeyden önce birlik olmalı, birleşik bir mücadele içinde olmalıdır. Ayrı ayrı durarak faşizme karşı mücadele verilemez, verilse de sonuç alıcı olmaz. Özellikle semtlerde, mahallerde, üniversitelerde gençlik bir araya gelmeli, ortak eylem hattını örgütlemelidir. Gençliğin faşizme karşı mücadelede topluma öncülük yapması, tarihsel rolünü oynaması gerekir. Birbirinden kopuk, dağınık bir gençlik çalışması ile faşizme karşı güç biriktiremeyiz. Artık bu faaliyetler daha örgütlü ve planlı olmak zorundadır.
Son olarak diyoruz ki: Biz kazanacağız, halklarımız kazanacak, birleşik devrimci savaşımız kazanacak…