Dünyanın görece istikrarlı Batılı kapitalist yönetimlerinde de, seçim süreçlerinin kurgusal egemen/resmî anlatının bir miktar inceltilmiş yeni yalan, manevra ve vaatlerle sürdürüldüğü malum bir olgudur.
Sözkonusu manevra ve yalanlardaki çap, çeşitlilik ve plastik ‘estetik’in yanı sıra, seçim prosedürlerini düzenleyen mevzuatın uygulanış tarzındaki farklılıkların ya da döngüsel tekrarların varlığı da aynı ölçüde bilinen bir gerçekliktir.
Kimi seçim dönemlerinde seçmenlerin yarıya yakınının sandık başına gitmediği durumlarda bile, “gelişmiş” ülke egemenlerince demokrasicilik mizanseninde ısrar ediliyor oluşu boşuna değildir kuşkusuz. Zira, artan sınıfsal yarılmaların, çoğalan eşitsizliklik formlarının, doğaya ve insana karşı işlenen vahim suçların gözden kaçırılması, mülk ve erk(ek) egemen nizamın devamı için hâlâ işlevseldir bu sistemik oyun.
Sistem içi parti bloklarınca diğer “muassır medeni” kapitalist ülkelerden kopyalanan yöntemlerle Türkiye’deki -özellikle de yaşamlarında ilk kez oy kullanacak olan- genç neslin tercihlerini, korku ve endişelerini, öfke ve umut(suzluk)larını manipüle edip devşirmek adeta bir yarış konusu olmaktadır.
Bir yandan susturulan, yoksullaşmanın ve geleceksizleşmenin anaforuna itilen, ama öte yandan “Z kuşağı” gibi nitelemelerle okşanan genç seçmen katmanları 7 milyona yaklaşan oy potansiyeliyle, sistem “vizyonerler”inin iştahını hayli kabarttığını gerek Erdoğan’ın açıkladığı “Türkiye Yüzyılı Vizyon Belgesi”nden, gerekse de hemen ardından kamuoyuna duyurulan CHP’nin vizyon belgesi niteliğindeki “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”nden anlıyoruz.
Neler yok ki vizyon belgelerinde!
AKP’nin vizyon belgesine göre, “Türkiye Yüzyılı, gençlerin, bilimin, kalkınmanın, başarının, refah, güven ve istikrarın, huzur ve barışın yüzyılı” olacakmış!
“Ülkemizi en üst lige çıkarmış olsak da bunu yeterli görmüyoruz” diyen yeni-Osmanlıcı vizyonerlere göre, “yıllarca ülkemizde ezilen, horlanan, ötekileştirilen tüm kesimler hak ve özgürlüklerini en geniş şekilde kullanabilmekte” imiş artık!
Ayrıca, kendilerini yeniden seçmemiz halinde, “takip eden değil, takip edilen bir ülke” haline gelmekle de kalmayacak, onların rehberliğinde “Cumhuriyetin yeni yüzyılına daha güçlü bir başlangıç yapacak” mişiz!
Dahası şu: “Türkiye Yüzyılında tam fırsat eşitliği ve hakkaniyet temelinde bir sosyal adalet anlayışını birlikte tesis” * edecekmişiz!
“Derdi sadece millet olan, hep doğrunun, hakkın, erdemin peşinde koşmaya gayret etmiş bir dava adamı” olduğunu iddia eden Sultan Recep Tayyip Han, “Sultan Alparslan’dan Osman beye, Fatih Sultan Mehmet’ten Yavuz Sultan Selim’e, Abdülhamit Han’dan Gazi Mustafa Kemal’e ve bugüne uzanan bir emaneti hakkıyla temsil” edeceğini söylüyor. Hakkını teslim etmek gerekir ki, bunu gereğince yapıyor da…
Bir de, sayesinde “Dış politikamıza şahsiyet kazandırarak, devletimizin gücünü, bayrağımızın şanını, milletimizin itibarını yükselt”mişiz; şimdi daha da yükselteceklermiş!
CHP’nin ‘İkinci Yüzyıla Çağrı Belgesi’ndeki ana unsurlara gelince:
“Tek adam gidecek. Kutuplaşmalar bitecek. Kurumlar yeniden inşa edilecek. Bölgede barışın ve refahın merkezi bir ülke olacak. Cinsiyet eşitsizliği ile etkin mücadele edilecek. İstanbul sözleşmesi yeniden uygulanacak. Yeni nesil kalkınma stratejisi ile ülke feraha ve refaha kavuşacak. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı güvence altına alınacak. Yoksulluk kökten bitirilecek. Orta ölçekli firmalar desteklenecek. Rant ekonomisi son bulacak. Adaletli vergi reformu yapılacak. Kamuda temiz ihale dönemi başlayacak. Faiz politikaları düzeltilecek. Enflasyon düşürülecek.” **
Tabii bütün bunlar da “ebedi Şef’in büyük hayali”ne sahip çıkılarak, “fabrika ayarlarına geri dönülerek” yapılacakmış!
Müjdeler Olsun Türkiye!
Bu “Vizyon” zenginliği gösteriyor ki, hangi kampı seçersek seçelim, geleceğimiz her hâlükârda oldukça parlak! Değmeyin keyfimize!
“Muassır medeniyet” denilen sömürgeci-kapitalist-emperyalist uygarlık modelinin yalan endüstrisi ve manipülasyon kurumlarınca ezilen insanlığın tepesinden aşağı boca edilen yalanlar silsilesi hiçbir ölçü tanımıyor…
Bir yıl sonrasını dahi göremeyenlerin, Amerikan ve İngiliz taklidiyle “yüzyıl vizyonları”ndan söz etmeleri komedi ötesi bir durum…
Yalanların dozu, iktidarı ve muhalefetiyle sistem çapındaki çürüme ve çöküşün hızıyla ters orantılı halde yükseliyor anlaşılan…
Sözkonusu yalanların üretim ve pazarlama biçimleri, dozu, satıcıları ve kitlesel alıcıları toplumların gelişmişlik düzeyine, yönetici sınıfların çapına ve kimi başka sosyokültürel faktörlere göre değişiklik gösterse de, özü aynı kalıyor…
Fakat konu bahsinde bir husustaki üstün yeteneklerini teslim etmemek haksızlık olur: Dışarıdaki yağmadan pay kapmak; içeride Kürtlerin, Kızılbaşların ve diğer etnik ve inanç gruplarının (en temel demokratik haklarını tanımak yerine) üzerine çullanmak; ortaklaşa gerçekleştirdikleri soykırımları ve mal-mülk gaspını arsızca inkâr etmek; halklar arası düşmanlığı kışkırtmak; işçi sınıfı ve cümle emekçilerin yarattığı toplumsal zenginliği zimmetine geçirmek; sendikal hareketleri ve devrimci-komünist örgütlenmeleri türlü kalleş yöntemlerle birbirine düşürmek, “yola gelmeyenler”i kanlı yöntemlerle bertaraf etmek ve de sırası geldiğinde birbirlerini akılalmaz kumpas, entrika ve darbelerle yeme konusunda oldukça vizyon sahibi oldukları aşikârdır…
***
Geçen yüzyılın ortalarından itibaren ve ancak askeri darbelerden artakalan zamanlarda, ama o da Genel Kurmay’ın gözetiminde sergilenen icazetli seçim demokrasisinin 2023 versiyonunun (yapılması halinde) öncekilerden biraz farklı geçmesi bekleniyordu.
Osmanlı-Cumhuriyet muktedirleri arasında iki asırdır devam eden ve kesin haliyle nihayete ermemiş iktidar kavgasının zaman zaman semboller üzerinden de şiddetlenmiş olmasında şaşılacak bir durum yok.
Bu bakımdan İBB başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında verilen mahkumiyet kararı sürpriz olmamıştır… Mevcut konjonktürel durumun çok daha şiddetli gerilim ve çatışmalara gebe olduğunu söylemek, bir öngörü olarak bile nitelenemez…
Ortak bir kaynaktan gelipte birbirini karşılıklı olarak darbecilikle suçlamak, “darbeci gelenek 1909 yılındaki 31 Mart vakasıyla mı, yoksa Enver ve Talat önderliğindeki İttihatçı çetenin 23 Ocak 1913 günü gerçekleştirdiği Bâb-ı Âli Baskınıyla mı başladı?” tartışması tarihin bir ironisi olsa gerek… Tıpkı Meral Akşener’in, “Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet” sloganı atması gibi… Kurtların, “yaşasın koyunların hakları”, Tilkilerin ise, “kahrolsun kümesler, yaşasın tavukların özgürlüğü” demesiyle özdeş bir ironi…
Egemenlerin birbirine düşman Ümmetçi-Osmanlıcı kanadıyla Türkçü-Ulusalcı kanatlarının, o coğrafyanın yerli Hristiyan halklarını, Kızılbaşlarını, Kürtlerini, kır ve kent yoksullarını kimi zaman ortaklaşa, ama çoğu zaman da nöbetleşe ezdikleri/soydukları tarihsel bir olgudur.
Bir tarihsel devamlık içinde askeri paşalık makamının sürdürülmesi, Padişahın “ebedi şef”e, Osmanlı’da teba olan halkın askeri Cumhuriyetin rehinelerine ve hizmetkârlarına, Şeyhülislamlık makamının ise Sünni diyanete dönüş(türül)mesi gibi olgular, resmî ideolojik masalların perdelediği bir diğer gerçektir…
Bir Başka Vizyon ve İradeye İhtiyaç Var
Kapitalizm menşeili iktisat teorilerinin çöktüğü,kurulu nizama ait “ekonomik kalkınma, büyüme, başarı” gibi tanım ve deneylerin iflas ettiği; insanın ve doğanın vahşice sömürüldüğü; savaş, sefalet, adaletsizlik ve ruhsal yıkımın binbir türünü üreten “muassır medeniyet”çi paradigmanın ve onun alt-yapı dayanaklarının doludizgin duvara doğru gittiği; insanlığı daha çaplı felaketlere sürüklediği gerçeği artık gizlenemiyor…
Burjuvaziyi ikna çabasındaki hayırsever ahlakçı vaizlerin, yüce gönüllü din ilahiyatçılarının ve cümle reformcuların/kapitalizm tamircilerinin sistem içi çözüm arayışlarındaki beyhudeliğin asırlık bilançoları yeterince biliniyor.
Büyük mülk, güç ve iktidar sahiplerine, “bunca sivri eşitsizlikleri biraz törpülemez, kimi eskimiş hakimiyet yöntemlerimizi terketmez ve timsah iştahınızı az bir miktar daha dizginlemezseniz eğer, hep beraber mahvoluruz” yakarışından ve bayramlık cüzi ödünler koparmanın ötesine geçemeyen onarımcı, “insaniyetçi” mantığın çıkmazı, yaşanmakta olan çoklu deneylerle mütemadiyen doğrulanıyor…
Sorun, radikal toplumsal dönüşümler, yani devrim hedefleyen kapitalizm karşıtlarının ne yapacakları sorunudur.
Kapitalist hegemonyanın çarşaflı-takkeli, ulusalcı-devlet himayeli ya da çıplak neoliberal biçimleri arasında tercih yapmak komünistlerin, devrimcilerin işi değildir, olmamalıdır…
Komünistlerin ve radikal anti-kapitalistlerin görüş açısından, kendi tarihsel vizyonundan/devrim perspektifinden uzaklaşma pahasına hakim güçler arasında ehvenişer kanat arayışına koyulmanın çıkmazını görememek, varoluşsal bir krizin başlangıcı anlamına gelir. Ama buradan çıkan sonuç, zorlu mücadelelerle kazanılmış legal imkânlardan, işçi/işsiz ve emekçi kitlelerin görece ileri düzeyde politize oldukları seçim süreçlerinin elverişli ortamından kitlelerin politik bilinçlerine yeni ivmeler kazandırmamak, bir başka deyişle devrim lehine yararlanmamak gibi bir “taktik naiflik” de olamaz…
Irkçı-milliyetçi, dinci duygu ve önyargılarla zehirlenmiş ama nesnel olarak devrime muhtaç işçi/işsiz ve emekçi yığınlarla politik ilişkiler kurmak ve onları zamanla kendi tarihsel, eşitlikçi özlemlerine uygun devrimci kalkışmalar için harekete geçirmek öyle her devrimci-komünist hareketin harcı değildir. Hele hele de, dar grupçu, küçük partici, mülkçü/makamcı bir “esnaf sosyalizmi” ya da dijital medya ağlarında oluş(turul)an sanal/post-truth “teşkilatçılık” paradigmalarıyla üstesinden gelinebilecek sorumlukluklar hiç değildir…
Tarihin mevcut dönemecinde hararetle ihtiyaç duyulan radikal devrimci aydın, komünist kadro, önder, lider profilini ve örgüt formunu tarif etmek görece kolay bir iştir. Zor olan ve fakat mutlaka başarılması gereken ise, pratik mücadelelerin seyri içinde kaydadeğer bir teorik, tarihsel-maddeci kavrayış düzeyi edinmiş, özel mülk dünyasının epistemolojisinden, değerlerinden, onun düşünüş ve yaşam tarzından esaslı biçimde uzaklaşmış veya en azından bu yönde yetkin bir motivasyon ve irade gösteren devrimci aydınların, komünist kadro ve önderlerin, militanların ve de bunların oluşturduğu teşkilatlanma formlarının yaratılmasıdır…
İmkânsızı mı istemiş oluyoruz?
O halde “gerçekçi kalarak” istemeye devam edelim!
Paris ve Şangay Komünleri’nin, Ekim devrimcilerinin paha biçilmez deneylerini kuşanarak ve onları da aşarak…
**https://www.haberhurriyeti.com/makale/12821176/turgut-gungor/ikinci-yuzyilda-yeni-vizyonlar